31 Aralık 2014 Çarşamba

2014 Veda 2015 Merhaba


Klasik cümlelerle başlamak istemiyorum yazıma.

2014'e girerken bu yıl için bol bol gezmek istediğimi söylemiştim ve istediğim gibi bir yılda oldu diyebilirim. 

Çocuklarımla daha fazla ilgilendim, yeni arkadaşlar edindim, bol bol yedim, hemen hemen her kareyi ölümsüzleştirdim, kitaplarımı sevdim, evimin içinde yenilikler yaptım... 

Daha bir çok şey... 

En önemliside kendimi değiştirdim. 

Bir yaş daha geçti ömrümden ama olsun. Yeni tecrübeler ve deneyimler edindim. Sırtımdaki küfede yine birktirdiklerim var.

Yaşanılan her acı veya üzüntü size geri dönüşüm olarak geri geliyor. Biraz daha pişiyorsunuz. 

Bazen polyanacılık yapmak gerektiğine inanıyorum. Yapabiliyor muyum? Bazen. Sizde denemelisiniz.

Bulunduğumuz yaşam biçimi hepimiz için kolay değil. 

Bir test dünyasındayız. 

Testimizde başarı olmak ümidiyle. 

2015 ilk önce sağlık versin hepimize. Huzur ve mutluluk olsun her bir yanımızda. Başarı olsun ki bol kazanç elde edelim. Aile olmazsa olmazlarımız olsun. Yeter ki sevelim 

Ve inancımızı hiç bir zaman yitirmeyelim.

İyi yıllar hepimize*****

23 Aralık 2014 Salı

Yine Yeniden Sümbüller


Bu sabah servisten inmeden karar verdim masama yeni bir çiçek almaya. Bir kırmızı birde beyaz gül alırım diyordum ta ki sümbülleri görene kadar.

Fikrim değişti birden. Yine sümbül zamanı gelmişti. Yaşasın!!!!!! Soğansı bir bitkiden hoş kokulu mor bir çiçeğin oluşumu izlemek, kokusunu burnunuzun direğinde hissetmek ayrı bir güzel. 

Sümbüllerim bu sefer iş yerindeki masamda değil. Mutfak camımın mermerinde büyüyecekler. 

Sümbüllerimin yanına bir kaç güne kadar menekşeler arkadaş olarak de gelecek. 

Balkonumu pimapenle kapattım, birazda dekore ettikten sonra kendime çiçek kösesi yapmak istemiştim. Bu sabah aldığım sümbülle ilk adımı atmış oldum. 

Çiçekçide rengarenk çiçekleri görüp kendimden geçtiğim anda karanfillerle haşır neşirken bir kaç dal karanfilide hediye kaptım. 


Müdavini olduğum çiçekçimizin hediyesi masamdaki vazoda yerine aldı. 

Sizde deneyin derim ben ve çiçek sevenlere hediye etmenizi umarak. 

Blog yazımıda mor yazmak istedim ve güzel görünüyor:)))) Sizce?  

15 Kasım 2014 Cumartesi

Kitaplar ve Çocuklarım

Okumayı çok seven bir anne olarak, çocuklarımında benimle aynı zevki ve fikri paylaşmasını istediğimden onları daha küçükken kitapla tanıştırmaya karar vermiştim. 

Kızım Damla'ya aldığım ilk kitap Mavi Gökler Kızarmış Patatesler olmuştu. Damla sevmişti kitabını ve bazen kitaplardan konuştuğumuzda ilk kitabının onda bıraktığı izden söz eder durur. O an yüzünde güzel bir tebessüm oluşur. Bende hemen böbürlenirim tercih ettiğim kitabı severek okumasından. Sonrasında pek fazla kitap okuma alışkanlığı edinmemişti ve ne zaman Alacakaranlık serisi çıktı, kitap tutkusu o anda onu yakaladı ver düzenli kitap okumaya başladı. 

Alacakaranlık serisine teşekkürler:)))

Şimdilerde tercih ettiğimiz kitaplar genelde aynı oluyor, ya ilk önce o okuyor "Çok heyecanlı bak hemen okumalısın." yada ben "Bak Damla çok duygusal, hemen başla" diyorum. Gerçi bu günlerde onun vizelerinin yaklaşmasından, benimde AÖF sınavlarımın olmasından kitap okumaya geçici olarak ara verdik. Bazen kitap okumadığımız da kendimizi boşlukta gibi hissediyoruz. Acaba bu duygu diğer okuyucularında başına geliyor mudur?

Sıra Berke'ye geldiğinde;

Ona aldığım ilk kitap konuşmayı güçlendirmesi için kavramlar ve şekillerden oluşan resimli eğitici bir kitaptı. Sonrasında Meraklı Minik dergisi ve Tübitak Yayınları'ndan çıkan eğitici dergilerle devam ettik. 

Artık farlı şeyler bulmak zorundaydım, çünkü Berke çabuk sıkılıyordu. 

Alışveriş yapmak için gittiğim markette  Birleşik Yayın Grubun'dan çıkan mini mini fabllar vardı. On adetten oluşan fablların hepsini aldım o akşam. 

Her akşam eve girerken Berke beni kapıda karşılar, sarılır, öper ve elimde poşet varsa içindekileri merak eder, sorar duru ne aldın diye. 

Ben eve giderken o akşam Berke'ye bir şey aldıysam onu heyecanlandırmak için "Kapa gözlerini" derim ve o gözlerini kapadığında arkamda sakladıklarımı çıkarır "Hadi aç bakalım gözlerini" dedikten sonra ağzındaki tüm dişler gözükür o anda ve çığlık atılır:)))) Sevinç çığlıkları.

Berke'nin hem gelişimine hemde hayal dünyasına biraz katkıda bulunmak istediğimden, ona aldığım kitap serisi mini fablları çok sevdi. Favori fablarımız Küçük Tıptıp ile Sarı Vosvos Dütdüt oldu. Şu an kaçıncı okuyuşum bilmiyorum. Benim dışında babası ve ablasıda okuyor. Kimi bulursa o an sıkıştırtıyor köşeye, Küçük Tıptıp'ı okuyun diyor.

Evden beraber dışarı çıktığımızda, kırmızı sırt çantasının içine kitapçıklarından bir kaç tane koyuyor ve artık biz neredeysek okumaya devam ediyoruz. Geçen gün metrobüste okumaya başladığımda yanımda oturan teyzede bize eşlik etmişti. Küçük Tıptıp'ı meşur ettik.

Kitap okumanın bize yarayan bir faydası da akşam yatarken itiraz etmemek oldu. "Hadi hikayemizi okuyup, uyuyalım" dediğimde hemen yatağa giriliyor ve seçtiği hikayeyi bana uzatıyor ve okumaya başlıyoruz. Ben okurken Berke'de gördüğü resimleri bana anlatıyor ve hikayelerin konusuna uygun yorumlar yapıyor.  "Anne bak. Tıptıp'ın annesi hasta. Ateşi çıkmış. Doktor gelip başına bakıcak şurup içecek. Kar yağmış. Tıptıp kulaklarına şapka takmış. Üşümesin"

Hikayelerimiz bittikten sonra öpüşüp koklaşıp uyuyoruz hemen. Bu durumdan son derece memnunum. Artık akşamları Berke'yi uyutmak için eziyet çekmiyorum.

Minik fablların dışında almış olduğum bir kaç tane daha hikaye kitapları var. Çirkin Ördek Yavrusu, Kurşun Asker, Sinbad, Heide ve yirmi adat içinde hikayeler olan Çocuk Masalları.

Yenilerinide sipariş ettim yoldalar:)))) 

Ben küçük yaşta çocukların okuma alışkanlığı edinilebilmesi için ne yapmak gerekirse yapılmasını, yılmadan ve sabırla devam edilmesini diliyorum. 

Çok faydası oluyor emin olabilirsiniz. En güzeli beraber hoş vakit geçiriyorsunuz.


Okumaktan kaçınmayalım.

Okumak hayattır. 

5 Kasım 2014 Çarşamba

Bugün Nasılsınız?


Yazdıklarım genelde görüp, hissettiklerim ve tecrübe ettiklerimle alakalı. Hayat bir tecrübe denizi gibi.

İçimde o an ne hissediyorsam, yalın halde abartmadan yazmaya ve ifade etmeye çalışıyorum.

Bu yazıyı yazmak ve yazmamak arasında biraz kararsız kaldım ve sonunda bu deneyimimi sizlerle paylaşma karar verdim. Dışarıda bir işim vardı o gün işe geç gitmem gerekiyordu. İşimi bitirip metro ile işe giderken, gözüme çarptı Madalyon Klinik'in Bugün Nasılsınız? Sorusu. Sanki o günkü ruh halimi anlamış gibi gözümün içine direk bakarak bana soruyordu. Okumaya başladım ilanı. 

Son zamanlarda istediğim bir şeydi ve sanki bilerek karşıma çıkmıştı.Garip bir duygu kapladı içimi. 

Neden olmasın dedim.
Gitmek istiyordum ve bir türlü cesaret edip gidemiyordum. İşe geldiğimde düşünmeden çevirdim numaralarını ve üç hafta sonrası cumartesi iş çıkışı bir saate randevu aldım. 

İş çıkışı randevuma daha vardı ve bende o zaman zarfında Avm'de dolaşayım dedim. Nasıl heyecanlı hissediyorum kendimi. Hangi doktorla görüşeceğimi biliyordum ama nasıl bir kadınla karşı karşıya geleceğimi bilmiyordum. Doktora neden gitmek istediğimi biliyorum ama nereden başlayacağım konusunda gergindim. Ağlamaklı bir halim vardı ve kendimde anlayabiliyordum. 

Zaman gelmişti. Artık Madalyon Klinik'ten içeri adım attım. Başlamış olduğum işi devam ettirme zamanıydı. Zaten bana ters. Başladığım bir şeyi yarım bırakmam ben. Tez canlı oluşumdan kaynaklı genelde. Ama bu tez canlılık bana bazen zararda vermiyor değil. 

Klinik villa tarzı bir kaç kattan oluşan bir yapı. Sizi karşılayan her eleman nazik ve güler yüzlü. Çok güzel bir ambiyans  var içeride. Hafif bir melodi geçiyor kulağınızın kenarından. Gözü yormayan bir ışık ve pastel tonlarında hazırlanmış mobilyalar, resimler ve duvarlar. Her şey özenle hazırlanmış ve çok sevimli. 

Sevdim burayı dedim kendi kendime. 

Nihayet bana sıra geldiğinde tanıştım doktorum Dilara Hanım'la. 

Kendisi ayakta ve güler yüzlü karşıladı beni. Gerginliğimi anladığını sanıyorum ve beni tanımak adına sorularını arka arkaya sıraladı. Sorular bittiğinde koltuğuna yaslındı ve beni can kulağı ile dinlemeye başladı. 

İlk iki seansım genelde tanışmayla geçti. Doktorunuz sizi tanımak için detaylı ve can alıcı sorular sormaya çalışarak not alıyor ve soruları bitince de size nasıl yardımcı olacağını sorarak konuşmayı sizin yönlendirmenize bırakıyor.

Bugün itibariyle dört seansı geride bıraktım ve aldığım karardan attığım adımdan son derece memnunum. Dilara Hanım'ın yanından ayrıldığımda kendimi bazen tüy kadar hafif, bazen de hüzünlü hissediyorum.

Bende hemen hemen herkes gibi psikologa ön yargıyla bakanlardanım diyebilirim. Bu düşüncemden sıyrılıp biraz destek almanın hiç bir sakıncası olmayacağını düşünerek giriştiğim bu yolda kendimi daha iyi bulduğumu söyleyebilirim. 

Seni tanımayan birine kendini anlatmak güven veren süper bir duygu. Kaygınız yok. Ne yorum yapar, senin hakkında ne düşünür, anlattıklarını başkasına anlatır mı, yadırgar mı? Bu tür sorular kafanın içinde dönüp durmuyor. Sana senin duymak istediğin şeyleri değil de olması gerekeni vurguluyor. Yanlışın veya doğrun varsa yol göstermeye çalışıyor. Aslında olması gerekeni söylüyor. Bazen kendine bile söyleyemediğin ne olduğunu bildiğin ve dile getiremediğin bir takım sözler veya düşünceler akıyor dilinden ve gözlerinden. Yarım saat içerisinde ne çok şeyden bahsettiğini düşününce şaşırıyorsun. Sana yönelten sorular o kadar zamanındaki doktor senden ne almak istediğini o onda yakalayıp, alıyor. Bu yüzden orada, bu yüzden senin yanında, sen dinliyor. Çünkü sana değer veriyor. Kendini sana önemli hissettiriyor. 

Çevremizde gördüğümüz bir çok insanın kim bilir nelere göğüs gerdiğini bilmiyoruz. Sadece dışarıdan baktığımızda yorumluyoruz. Çok zamanda ön yargılıyız ve empati kurmuyoruz. Ama insanın ya içinde birikenler, bilinçaltında gizledikleri, aklına takılan sorular ve cevaplar. Çok fazla şeyle boğuşuyoruz aslında. Ben kadınların daha çok yorulduğunu düşünenlerdenim. Kadın olduğum için böyle düşünüyor diyebilirsiniz belki bana. Bir düşünün öyle değil mi sizce de?

Bazen ufacık bir yaklaşım başka bir düşünce içerisine girmeyi gerçekleştirebilir. Gözümüz açılabilir. Farkındalık oluşabilir. Önemli olan bu yaklaşımı istiyor muyuz? Bu bir hastalık değil. Ruhunun biraz harap hale gelmesi. İşin  içinden çıkılmadığında bir danışana başvurup, uzman bir kişiden yardım almak. 

Aslında o kadar zorda değil artık ve SGK güvencesi de var. Yeter ki istemeli...

Kimse mutsuz olmak, kötü, olmak, üzülmek istemiz. İsteklerimiz hayattan ve Allah'tan hep iyi şeyler. Zorluklar tabi ki olacaktır yaşamımızda. Allah bize kaldıracağımız kadar yük versin. 

Aslında her gülücüğün arkasına gizlenmiş bir hüzün var. Bazen bakıp göremediğimiz ve hissetmediğimiz gerçekler. Gerçeklerimiz ve gözlerimiz o gülüşümüzün arkasında saklı. 

3 Kasım 2014 Pazartesi

33. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı


Tüm kitap sever dostlara sesleniyorum. 08/16  Kasım tarihleri arasında düzenlenecek olan Uluslararası İstanbul Kitap Fuarına herkesi bekliyoruz. 

Kitap kurdu olan ben fuara gitmek için heyecanla zamanın gelmesini bekliyorum. Sarah Jio'nun son kitabı Gündüz Sefası'nı yalnız fuar için basılan 5000 adet kitaptan birinede sahip olmak istiyorum.

Artık orada kendimi nasıl hakim olurum bilmiyorum ama mis gibi kağıt kokusun karşısında  büyüleneceğime eminim. 

Fuarı ziyaret edeyim, detayları sizlerle paylaşırım.  

Detaylı bilgileri ve etkinlik programı hakkında bilgi almak için http://www.istanbulkitapfuari.com  ziyaret edebilirsiniz.

30 Ekim 2014 Perşembe

Mevsim Sonbahar



Hava rüzgarlı sisli, karanlık ve hafif yağmurlu. Tam evde oturup miskinlik yapma HAVASI. Mis gibi tarçınlı bir bitki çayı istedi canım şimdi. Ama çubuk tarçın olması şartıyla. Koklayarak ve ellerimde fincanın verdiği sıcaklığı hissederek düşüncelerde boğulmak istediğim bir gündeyim.

Sonbaharı seviyorum. Yaprakların ve havanın aldığı değişik tonlardaki renkler, bulutların gökyüzünde süzülüşü, cama vuran yağmur damlaları, bazen yakalayabildiğim mis gibi toprak kokusu. 

Kendimi tamda yazı yazmak için ayarladığım bir gün bugün.  Sürekli yazmak istiyorum. Bir çok şeyden bahsedesim var. Daldan dala geçebilirim şimdiden söyleyeyim. 

Asıl Konu Oğlum BERKE ile olan deneyimlerim;

Yine yoğun bir dönem içerisindeyim. İş, işten geri kalan zamanda ev işleri, çocuklarım, eşim, ailem… Hepsi ile vakit geçirmek istiyorum. Ama yetişemiyorum :(( Kızım onunla fazla konuşamadığım ve uzandığımda hemen uyumamdan şikayetçi,  oğlum sürekli oyun oynamak ve kucağımdan inmek istemiyor, eşim onunla konuşacak zaman geçirecek vaktimizin kalmadığını söylüyor ve yakınıyor.  Ben bazen sadece kendimle baş başa kalıp kitap okumak ve müzik dinlemek istiyorum. 

Yapmak istediğim o kadar çok şey varmış ki. İlgi alanlarım çok fazla. 

Yinede zamanı değerlendirmeye, verimli kullanmaya çalışıyorum.

Berke okul öncesi için eğitimine devam ediyor ve şimdiden birçok şey hakkında bilgi edinmeye başladı. Her cuma öğretmenimiz tarafından verilen ödevlerimiz var. Ödev dediğime bakmayın. Çizgiler çiziyor, geometri şekillerini öğreniyor, onları boyuyor, kavramları öğrenmeye çalışıyoruz. Ödevlerimiz çok eğlenceli. Kırınca yuvasına yem taşıyor veya sincap kaç tane fındık buldu, rakamları çiziyor ve söylüyoruz.  .Beni evde defalarca söyleten, lafımı dinlemeyen Berke, okulda öğretmenin bir söylemesiyle her şeyi yapıyor. Hiç itiraz yok.  Kadının çocuklar üzerinde kurduğu otoriteye hayran kaldım. Ne demek istediğini sesinin tonuyla çok iyi ayarlıyor ve dediğini de yaptırıyor. Berke öğretmenini çok sevdi. Yanağına ve eline çizilen yıldızlardan çok memnun.  Kurban bayramında bize yaptığı kart çok güzeldi. Sonbaharda mevsiminde ne gibi değişiklikler olduğunu öğrendi ve bana bir çırpıda anlattı. 


Artık gezmeler için kapalı mekanları tercih etmeye başladım. Malum Berke'nin hasta olmaması gerekiyor.  Oğlumun gelişimi için bir çok faliyette bulunmaya çalışıyorum. Tiyatro ve kitapları sevmesini çok istiyorum ve girişimlerim hep bu yönde. Şehir tiyatroları perdelerini açtı ve ilk oyunumuz olan kayıp ördek yavrusu olan Piti'yi seyretmeye gittik. Şarkılı ve kukla gösterisi bizi çok eğlendirdi. Benim bile hoşuma gidiyor gidiyor çocuk tiyatrosu ve çocukların neşeli çığlıkları. İkici müzikal oyunumuz Zorlu Center'da düzenlenen Karlar Ülkesi oldu. Ben biletleri aldığımda iş yerindeki bir kaç arkadaşımda heveslendi benden ve geçen pazar hep beraber seyrettik Karlar Ülkesini. Hep ben Berke'ye sorardım "Beğendin mi?" diye bu sefer o bana sordu. "Evet" dedim ve tekrar gelelim diye sorduğumda o bana kocaman bir "Evetttttttt" dedi ve ben hemen Sıradaki oyunumuz olan Kibritçi Kız'ın biletlerini beklemeye başladım.
 

Büyük şehirde yaşamanın bir çok avantajı olduğunu da söylemeden geçemiycem. Birde Zorlu Center'da düzenlenen çocuk oyunları ücretsiz. Biraz araştırıldığında düşük maliyetli bir çok etkinlik ve sosyal faaliyet yakalanabiliyor.
 
Sürekli Berke ile konuşma çabasındayız. Geç konuşmasından dolayı hala bazı kelimelerinde ve cümlelerinde eksiklikler var. Öğretmenimiz bana Berke'de algılama problemi var dediğinde çok üzülmüş ve düşünmeye başlamıştım. Sonra öğretmenimize bazı açıklamalar yapmak zorunda kaldım. Aslında algılama problemi değil bizdeki sorun anlayıp kafasında cümle oluşturamama. Berke ne söylemek istediğini düşünürken geçen zamanda öğretmeni onunun anlamadığını düşünüyor. Aslında çok akılı ve zeki bir çocuk. Ben evde ona ne söylersem ikinciye söylemiyorum genelde. (Dişlerini fırçalarken, su açık bırakılmaz dedim bir kere. Şimdi dişlerini her fırçaladağında suyu kapatıyor. Bence çok güzel bir davranış sergiliyor. Onda gördüklerim beni gerçekten çok mutlu ediyor. 

Ayrıca vazgeçemediklerimiz var. Çizgi filmler. Trt Çocuk'tan Disney Channel'e terfi ettik.  Prenses Sofia'nın hayranıyız. Doktor Dottie gibi muayene ediyoruz. Yeni oyuncaklarımız stetoskop seti olacak anlaşılan. Bizim sürekli ateşimize bakıp duruyor. Arı Maya çocukluğum çizgi filmi. Şimdiki maceraları eskine nazaran çok güzel. Berke'nin vazgeçilmezi. Dışarıdayken sinema filminin yakında vizyona gireceğini gördüğümüzde gidelim mi sorusunun ardından. Sürekli Arı Maya gidelim diye tutturmakta. Aslında istiyorum ama bir saatten biraz fazla süren filme ne kadar dayanır bilemiyorum.


Sinema, tiyatro, çizgi filmler ve oyunlar var ama en büyük güzellik aslında kitaplar. Ben evde kitap okurken beni görüyor, özeniyor ve hemen kendi resimli kitaplarına bakıyor. Bunu fırsata dönüştürmenin tam zamanı düşüncesiyle alışveriş yaptığım marketten bir kaç masal kitabı aldım. Akşam eve poşetle girersem Berke sorar "Ne aldın."  Bende heyecanlı heyecanlı ve onu teşvik ederek "Bak çok güzel hikayeler var burada, senin bunlar. Bu gece beraber okuyalım mı?"

Artık her akşam Berke'nin yatağında başlıyorum ona hikaye okumaya. Can kulağı ile dinliyor beni ve bazen ikicisini de okumamı istiyor. Hikayelerimizde bittiğinde de itiraz etmeden hemen uykuya dalıyor. 

Oğlumla sürekli bir şeyler yapmak çok zevkli. Uzmanların ve öğretmenin de dediği gibi kaliteli zamanlar geçiriyoruz. Onunla yaşamak istediğim çok fazla deneyim var. Eşimle her konuştuğumuzda spor yapmaya teşvik etmeye, değişik etkinlikler yaparak ilgisinin kaynağını bulmaya çalışıyoruz. Onu iyi şekilde yetiştirsek ileri zamanlarda kötü alışkanlıklar edinmeyeceğini düşünüyoruz. Topluma düzgün, aklı başında gençler yetiştirmeye çalışıyoruz. Herkes yapıyordu bende yaptım demesini istemediklerim var. 

Önümüzde Berke için yeni planlarım var. Yüzme kursuna yazılmak. Önümüzdeki sene havaların ısınmasıyla Berke ile doğru yüzmeye. 

Çok şey anlatmış olabilirim belki. Belki okuyan sıkılacaktır. Ben paylaşmayı seven birisiyim ve deneyimleri anlatmayı seviyorum. Belki okuyanlar bana farklı fikirlerde sunabilir. Her türlü horuma açığım. Bildiklerimiz kendimize saklamamayı savunanlardanım. 

Kapanışım reklam sloganı ile olsun mu?

HAYAT PAYLAŞINCA GÜZEL:)))))

8 Ekim 2014 Çarşamba

Paris'te Balayı&Ardında Bıraktığın Kadın

Yaz geçti, sonbahardayız artık. Her mevsimin ayrı bir güzelliği var. 

Uzmanlara göre en çok kitap okuma sonbahar aylarında oluyormuş. Bu yoruma katılıyorum çünkü bende yazın fazla kitap okuyamamaktan şikayet edip duruyordum. 

Beğenipde aldığım ve okuma sırasını bekleyen kitaplarım kitaplıkta duruyor. 

Favorileme eklediğim ve ilk fırsatta okumam gereken kitaplar arasındaydı Paris'te Balayı. 

İki hafta önceki cumartesi oğlumun uyumasını fırsat bilip okumaya başlayınca kendimi birden Paris sokaklarında mis gibi sıcacık kahve kokusuyla Sophie ve Liv'le küçük bir gezintiye çıktım. Okudukça neşelendim, düşündüm, hüzünlendim, yaşanan aşkı kıskandım. Bir çırpıda bitti kitap. Kendimi o kadar kaptırmışım ki. Nasıl bu kadar hızlı okuduğuma bende şaşırdım. 

Kitaptan bir kaç bölüm:
 "Sevgili karıcığım, şunu asla aklından çıkarma; ben seni tanıyana kadar mutluluğun anlamını bilmiyordum."
"Onu öptüm... Ve öpücüğümün onu tüm kalbimle sevdiğimi, ondan önce hayatımın ne kadar tatsız ve renksiz olduğunu, onsuz bir geleceğin ise karanlık ve korkunç olduğunu göstermesini diledim."

Ardında Bıraktığın Kadın romanına geçmeden hazırlanmış, şeker tadında ve akıcı bir dille yazılmış olan Paris'te Balayı bir sonraki romana merak uyandıran cinsteydi. 

Bende hemen ikinci kitabı sipariş ettim ve bayram tatilini fırsat bilerek bir güzel  okudum.
Romanlardan pek bahsetmek istemiyorum ama ufak tefek tüyolar vermekte de sakınca görmüyorum. 
Sophie ve Liv farklı yüzyıllarda yaşayan, kocalarını çok seven, evliliği, sevgiyi anlatan iki farklı kadının yollarının bir şekilde nasıl kesiştiğini anlatan, birbiyle bağlantılı iki kitap. 

Paris'te Balayı iki ölümsüz aşkın başlangıcını, keyifli ve kahkahalarla anlatırken Ardında Bıraktığın Kadın ise  dramatik bir şekilde olayların ve tarihin gerçek yüzünü ortaya seriyor. 

Olaylar mekanlar ve hissedilen sevgi o kadar güzel anlatılmış ki kendinizi o dönemde yaşamış gibi hissediyor, Sophie'nın kocası Edouarda olan aşkını, Liv'in kaybetmiş olduğu eşinin acısını, sevgisini kalbinizin en derinliklerinde hissediyorsunuz. 

Beni çok etkileyen, kendimi kötü hissettiğim bir kaç bölümün arasında Sophie'nın askerler tarafından götürülmesi, ablasından koparılması, uğradığı hakaretler, esir altındayken yaşadıkları, hissettiği tükenmişlik bir film seyrediyormuşum gibi gözümde canlandı. 
Okumuyor en derinden yaşıyorsunuz sanki. Kitap değilde sizinde oyuncu olduğunuz bir film çekiyormuşsunuz gibi.

Jojo Moyes'in diğer kitaplarından aldığım keyfi yine bu kitaptan da aldım. Yarattığı karakterler, kurgusu sizi hemen içine hapsediyor ve başka bir şey düşünmez oluyorsunuz. Bende öyle oldum ve üç günde kitabı bitirdim.

Farklı bir son ve süpriz bir final bekliyorum. Beklediğim gibide oldu diyebilirim. 

Okuyacak her bir başka kişinin beyninde farklı betimleme oluşturacak bir roman. Kitaplarınız bittikten sonra yüzünüzde tatlı bir tebessüm olsun istiyorsanız Paris'te Balayı ve Ardında Bıraktığın Kadın kitaplarınızı okumanızı şiddetle tavsiye ederim.

10 Eylül 2014 Çarşamba

Yeter Ki Sevmeyi Bil...

Sonbahara gireceğimizden mi, yoksa bir kaç gündür  sabahları havanın karanlık olmasından mı bilemiyorum ama içimden işi asıp öğrenciler gibi okulu kırıp bir yerlere kaçasım var sürekli. 

Gerile gerile başladığım mesaiye her akşam kendimi tükenmiş olarak eve atıyorum. 

Belkide beynim aşırı yüklü ve artık yeter diye bağırıyor. 

Hayatımız hara gürele devam ediyor ve hep bir yerlere yetişme çabasındayız. Her şey bazen çok yorucu. Çok sıkıcı. 

Dün akşam işten çıkıp servise doğru yürüdüğümde bizim iş yerinin köşesinde bulunan çiçekçiye yeni çiçekler geldiğini gördüm. Mor, sarı, beyaz ve pembe. O kadar cezbedici geldiler ki gözüme. Durdum hemen resimlerini çektim. Çiçekçi komşumuz tanıyor zaten beni ve biliyor ne kadar çiçeklerle haşır neşir olduğumu. Yadırgamıyor da. O yüzden rahat hareket ediyorum.  

Masama koyacağım çiçekleri ondan seçiyorum genelde. O gün modum düşükse bir kaç dal çiçek alıp girerim iş yerine. Hemen masama canlılık gelir. 
Kendimi iyi hissettirir bana.

Benim çiçekler vazoda olacağına benim uzun bardağımda yer alıyorlar. Hala ihmal etmekte olduğum vazo alma işini, bakalım ne zaman yerine getireceğim?

Çiçeklerim her zaman bilgisayarımın sağ köşesinde benim  göz hizamda durur. Konuşurum ben yapraklar ve tomurcuklarla. Severim de... Dalıp da giderim bazen. 

Bu sabah yine uğradım çiçekçiye. Akşam aklımda kalmıştı mor krizantemler. Aldım hemen ve şu an onlara bakarak yazmaya çalışıyorum.

Bugünkü enerjimi mor ve beyaz krizantemlere borçluyum. Sizce de güzel değiller mi?

Ben bugün çiçeklerimi seviyorum çok. 

İnsan yeter ki mutlu olmayı bilsin ve bir şeyleri sevsin. Sevdikten sonra mutluluk ardında beliriyor. 

Yine her şeyin başı sevmekten geçiyor. 

Sevmeyi bilmeli. Değer verdiğini hissettirmeli.

Sevginin ve iyiliğin oluğu hep güzel günlere...




 

26 Ağustos 2014 Salı

Yeni Başlangıçlara...

Bugün yeni bir başlangıç yaptık. 

Oğlum Berke anaokuluna kaydoldu. O artık okullu:))) 

48. ayını dolduran her çocuk devlete ait anaokularına kaydolabiliyor. Hemde cüzi bir miktara. Herkes gönderebilir. Çocuklar evde tv başında kalacaklarına yarım günlük eğitimlerle farklı şeyler öğrenebilirler. İhmal edilmemeli. Gönlüm oğlumu benim götürüp getirmemden yana ama çalıştığımdan dolayı bu görev babaannesine yüklenmiş olacak. 

Sancılı geçen sınav ve tercih döneminden sonra kızım Damla üniversiteye yerleşti. O da artık bir üniversiteli. 

Bense heyecanlı. İki çocuğunun geleceğine düşünen yorgun ve endişeli bir anne. Her anne gibi evlatları için en iyisini istemekte. Bende sürekli iyi bir gelecek ve kariyer derdindeyim ve her kız evladının okuması gerektiğine inanlardanım. Bir kadının kendi ayaklarının üstünde sağlam durabilmesi için kendi parasını kazanması gerektiğini düşünüyorum. Kendine güveni olmalı. Helede bizim gibi bir ülkede yaşıyorsa.   

Ülkemizde maalesef devlet üniversitesi çok az ve puanları çok yüksek. Özel üniversiteler olmasa bir çok öğrenci açıkta kılacak ve hayal kırıklığı yaşayacak. Ülkenin daha çok eğitime destek vermesi ve yatırım yapması gerekmekte. Bu durumu öğrenciniz olduğunda daha iyi anlıyorsunuz. Okuma sürecinde çok emek veriyorsunuz ve bunun karşılığında çocuğunuzun iyi bir üniversitede, iyi bir bölümde okumasını istiyorsunuz. Çok zaman bu gerçekleşmiyor. 

Daha çok okuyan bir nesle ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Okumayan kalmasa keşke. 

Bizde özel üniversite ve burslu tercih edenlerden olduk. Şu an itibariyle-de iyi olduğunu düşünüyorum. 

Bundan sonra zaman farklı akacak. Başka nelerle karşılaşacağız bilmiyoruz tabi. Hep iyisi olsun istiyoruz ama karşımıza zorluklarda çıkabiliyor. Allah bize göğüsleyeceğimiz zorluklar çıkarsın derim ben hep. Fazla yük vermesin. 

Üstümden büyük bir yük kalktı diyebilirim. Son zamanlarda bu kayıt işlemleri kafamı kurcalıyordu. 

Bu sene yazdan hiç bir şey anlamadım diyebilirim. Sanki bana göre sürekli bir koşuşturma halinde geçti. Sınavlar, ramazan ayı, bayram, işlerin yoğunluğu derken yıllık izne bile çıkamadım. Kendimi aşırı dolu ve yorgun hissediyorum. Eylül ayı gelsin diye beklemeye başladım. Bir kaç gün doğa ile baş-başa kalıp izin yapmak, biraz temiz hava almak gerekiyor bana. Yoksa beynim iflas edecekmiş gibi. 

Bir tek benim kayıt işlemim kaldı. Mezun olalı yirmi sene olmuşken bende bu sene açıköğretime yazıldım. yeniden okumaya karar verdim. Kızımla aynı yıl üniversiteli oluyorum:))) 

Artık aynı senede mezun oluruz:)))

13 Ağustos 2014 Çarşamba

Mutlu Yıllar Bana

Yılın en güzel ayı bence AĞUSTOS.

Benim ağustos ayında doğmuş olmam değil tabikide:)))

Yazın en sıcak, meyve ve sebzenin tadına varıldığı, kokularının alındığı ay bence. 

Yaz çocuğuyum. Diğer kız kardeşlerimle birlikte. 

14 Ağustos benim günüm. 

Hep bir şeyler hakkında yazıyorum. Şimdide kendim için yazayım dedim. 

Ben... 

Anne babasının ikinci çocuğu ve ilk kız çocukları, Damla ile Berke'nin annesi, Eyüp'ün on dokuz yıllık eşi Elmas.

Kardeşlerini çok seven, ailesine aşırı düşkün, insanları önemseyen ve sevmekten hiç vazgeçmeyen, aslan burcunun tüm özelliklerine hakim, çalışmaktan yılmayan, herkesi olduğu gibi kabul eden, olumsuz ne varsa savaşmaya hazır, çabuk sinirlenip anında sönen, karadenizin azgın dalgaları gibi hırçın, bazen garip, her an ağlamaya hazır, aşırı duygusal, hayatın kendisine bir armağan olduğunu düşünen, hırslı (ama iyisinden) bir insan işte.

Mübalağa mı yapıyorum kendim için bugün. Sanmıyorum. Mübalağadan hep kaçınırım genelde. Bugün beni mazur görün.

Bugün doğum günüm. Biraz şımarmayı hak ediyor olabilir miyim?

Sevdiğim bir arkadaşım bana, isminin sana verdiği bir anlam var demişti. Sana bu ismi boşuna koymamışlar. Sen elmas gibi ışıldamalı ve parlaklığını etrafa saçmalısın. 

O bana bunu söyleyene kadar hiç böyle düşünmemiştim. Bir çok insan gibi bende ismimi sevmiyordum ta ki o söylenen cümleye kadar. Bazı insanlar evet isminin verdiği anlamı taşırlar. Bende taşıdığıma inanıyorum.

Bugün farklı bir gün, beni ben yapan özelliklerimle bugün 37. yaşıma giriyorum artık. Yaşlanıyorum ama olsun. Her geçen gün yaşanan her bir anı hayatımıza bir anlam katıyor ve bizi de dahada olgunlaştırıyor. Ben gittikçe olgunlaşmaya başladım. 

Zaman akıp geçsin. Birilerimiz yaşlanırken, birilerimiz de gençleşiyor. Ben ömrümden eksilen her bir günde yakalayabileceğim ne varsa yakalamaya çalışarak, tattığım acılar veya üzüntüleri, veya mutluluk her ne varsa bütünleşeceğim. 

Hayat bir amaç ve "Hiç bir şey amaçsız değil"

Doğum günüm kutlu olsun. Benim gibi bugün doğan diğer herkesinde.